Robert Galbraith – “Guguk Kuşu”

guguk.kusu

J. K. Rowling’in Robert Galbraith takma adıyla yazdığı ve Türkçesi Temmuz 2014’te yayımlanan dedektiflik romanı Guguk Kuşu, biraz fazla betimlemeleri ve yer yer sıkıcı kısımları olsa da, ortalamanın üstü bir roman.

Harry Potter serisini seven ben ve benim kuşağımdaki okurlar için J. K. Rowling artık her ne olursa olsun bir kraliçe konumunda; kendisi ne yazarsa yazsın, ne çizerse çizsin, bizde hatrı sayılır bir kredisi var. Gerçi son bir senedir Harry Potter’la ilgili gündeme gelmeye çalışmak üzerine yaptığı birtakım açıklamalardan da rahatsız olmuyor değilim. Ama dediğim gibi, kendisinin bizde kredisi yüksek. Koca Harry Potter evrenini bir kenara atamayız.

Rowling de bu kredinin ve okurlarında oluşturduğu yüksek beklentinin farkında olacak ki, aynı tema üzerine (cadılar, büyücüler) bir şeyler yazmak yerine, yeni bir şeyler denemeye çalıştı. “J. K. Rowling: A Year in Life” adlı belgeselde, çocuklar için politik bir hikâye yazdığından bahsediyordu. Sonrasında ise, yetişkinler için bir roman yazdığı haberi ortaya çıktı. Kitabın adı da The Casual Vacancy, yani Boş Koltuk olarak duyuruldu. Eylül 2012’de orijinal dilinde basılan roman, Türkçeye Dost Körpe tarafından çevrilip Mart 2013’te Doğan Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. O romanı hemen satın alıp okumaya başlamadım, çünkü açıkça söylemek gerekirse; 1) fiyatı pahalıydı, 2) eleştirilere -illâ ki- kulak kabartırız ve ben de eleştirilerde iyi şeyler okumadım. O yüzden ortalığın biraz durulmasını, eleştirilerin biraz daha artmasını ve belki o süreçte romanın fiyatı da ucuzlamasını bekledim. Netice itibariyle de kitabı almadım, okumadım. Niye okumadığımı bilmiyorum, sıkılacağımdan endişe ediyorum.

Her neyse. Bu sefer 2013 Nisan’ında, Robert Galbraith takma adıyla bir roman yayımlandı, The Cuckoo’s Calling adında. Bilinmeyen bir yazar tarafından kaleme alınan bir ilk eser. Fakat bu da insanların dikkatini çekti, çünkü ilk defa roman yazan bir yazarın bu kadar garantili bir ilk eser ortaya çıkarması kimilerince şaşkınlıkla karşılanmıştı. Rowling’in eserleriyle Galbraith’in romanı arasında linguistik açıdan karşılaştırmalar dahi yapıldı ve benzerlikler bulundu. En sonunda, daha önce Rowling’le çalışmış olan bir şirketteki avukatın karısının arkadaşı (dıdısının dıdısının dıdısı, istihbarata bakın!) Times gazetesinden bir muhabire, yazarın Rowling olduğunu açıkladı. Rowling de sonra, bu açıklama sebebiyle şirkete dava açtı ve şirket, belirlenen bir yardım vakfına bağışta bulunarak özür diledi. Tabii kitabın satışları, yazarın Rowling olduğu anlaşılınca birden patlayıverdi ve (elbette ki Harry Potter kitapları kadar olmasa da) iyi bir satış rakamı elde etti. Biz de o vakitten beri, J. K. Rowling’in takma adla yazdığı bu romanın Türkçesini bekler olduk. İmdadımıza Pegasus Yayınları yetişti ve roman, Zeynep Heyzen Ateş çevirisiyle Türk okurlarıyla Temmuz 2014’te buluştu. Ben de 2015’e girdiğimiz yılbaşında hediye olarak kitabı edindim ve okudum.

Kitabı Rowling takma adla yazmış olduğu için, okurken “Rowling’in yazdığı bir eseri okuyorum” bilinciyle okumadan edemedim. Zaten bu şekilde düşünerek okumasanız bile, roman kendini belli ediyor; tasvirler, betimlemeler, karakter detayları benim gözlemleyebildiğim kadarıyla aynı Harry Potter serisindeki gibi.

Romanımız, genç ve ünlü bir kadın manken olan Lula Landry’nin esrarengiz biçimde intihar ettiği geceyle başlıyor. Pahalı evlerin yer aldığı bir sokakta, güvenlikli, ünlü ve zengin insanların kaldığı bir apartmanda yaşamakta olan manken kendini balkondan aşağı atıyor ve bu şüphesiz haber oluyor. İnsanlar böyle bir mankenin neden intihar etmiş olduğuna anlam veremiyor, haberler yazılıp çiziliyor ve intihar haberi, üzerinden 3 ay geçtikten sonra yok olup gidiyor… Bu 3 ayın sonrasında, mankenin üvey kardeşi, bir hukuk bürosunda avukatlık yapan John Bristow, gazi, işleri sarpa sarmış, evliliği çatırdamakta olan ve bir sürü müşterisine borçları bulunan Cormoran Strike adlı tek bacağı olmayan dedektife, kızkardeşinin ölümünü araştırması işini veriyor. Bristow’a göre kızkardeşi intihar etmedi, öldürüldü. Olayın üzerinden 3 ay geçmiş olmasına rağmen adam, bu vakanın araştırılmasını istiyor. Şans eseri, Strike’ın ofisine Robin adında genç ve güzel, aynı zamanda akıllı ve pratik bir kadın sekreterlik için başvuruyor ve Strike, Robin’in de yardımıyla intihar vakasını araştırmaya girişiyor.

Eğer Rowling’i ben ve diğer okurları kadar iyi biliyorsanız, kadının ne kadar yazma delisi olduğunu biliyorsunuz demektir. Kadın durmadan yazıyor! Bu vesileyle roman da, belki daha kısa sürebilecekken, bana gereğinden uzun gibi geldi. Bunun başlıca sebeplerinden biri de, üstteki paragraflarda değindiğim üzere, betimlemelerin, karakter detaylarının oldukça fazla olması. Haa, bir romanda fazla mal göz çıkarmaz diyerek, bu betimlemeler sayesinde Londra’da yazınsal bir yolculuğa çıktığınızı da varsayabilirsiniz – ki bir İngiltere âşığı olarak (çok küçükken gitmiştim) bu benim işime de yaradı.

Romanda karakter zenginliği de var. 540 sayfa olduğu üzere (sayfa sayısıyla pek alâkası olmasa da) romanda 27 kadar karakter var. Hepsiyle romanda fiziksel olarak karşılaşmıyoruz, fakat romanın hikâye ve kurgusu dâhilinde toplamda 27 karakter var (Vikipedi sayfasında belirtmişler). Zaten dedektifimizin 26 tanesiyle, hatta sekreteri Robin’i de çıkarırsak, 25 tanesiyle ilgilenmesi, onları incelemesi, bu karakterlerin bir kısmının kendi geçmişinde de yer alması romanın geniş bir kısmını bir hayli dolduruyor.

Roman boyunca, “Her şeyi iyi giden bir manken neden aniden intihar eder? Kesin altında bir bit yeniği var,” düşüncesiyle Strike’a eşlik edip sorgulara ve gözlemlere katılıyorsunuz. Romanın büyük bir kısmında, Lula Landry’nin öldüğü gün yaşananları diğer karakterlerin gözünden öğreniyoruz ve bu şekilde ipuçlarını toplayıp sona doğru gidiyoruz.

Rowling’in Harry Potter romanlarından sonra üzerinde oluşan baskı ve beklenti tahmin edilebilir. Artık ne yazarsa yazsın, Harry Potter romanları gibi okunur ve kendini takip ettirir bir şey ortaya çıkarması bekleniyor – ya da öyle beklendiğine dair bir izlenim var. Kısacası kadın, Harry Potter öncesinde olduğu gibi rahat değil. O zamanlar da rahat değildi, kitabının yayımlanması endişesi vardı; şimdi ise, daha iyisini yapması endişesi var. Ki hiçbir yazar veya sanatla uğraşan herhangi biri, yaptığı için daha iyisini yapacak, illâ çıtayı yukarı çıkartacak diye bir kanun yok. Bu sebeple Guguk Kuşu romanına çok da “Rowling’in en iyisi değil”, “HP romanları daha iyiydi, bu olmamış” gözüyle bakmamakta fayda var. Rowling, fantazi ve büyü dışı yetişkin romanları konusunda iyi iş çıkarmış mı? Bu alanda onun okuduğum ilk romanı olduğu için fazla bir şey diyemem, cesaretimi toplayabilirsem Boş Koltuk‘u da okuyup öyle bir kanaat getirebilirim – ki kendimde kanaat getirecek vasıf da henüz görmüyorum.

Guguk Kuşu kötü değil. Ortalamanın üstü diyebilirim. Uzun zamandan sonra da ilk defa 1 ay içinde hiç durmadan bir romanı okuyup bitirdim, fazla ara vermemeye gayret ettim (bazen 1-2 gün okuyamadığım oldu) ve bu sayede hikâyeden ve karakterlerden de kopmamış oldum. Sonu çok şaşırtıcı değil, sadece kurgunun en son hâlini düz biçimde okuyabildiğiniz için “Haaa, demek böyleymiş…” tarzı bir tepki veriyorsunuz. Bu arada roman Türkçeye Guguk Kuşu olarak çevrilmiş olsa da, “cuckoo” kelimesi dilimize sıklıkla “guguk kuşu” olarak çevrildiğinden öyle olmuş herhalde. One Flew Over the Cuckoo’s Nest filminin adında da aynısı olmuştu; “cuckoo” aynı zamanda “deli, çatlak, çılgın, kaçık” gibi anlamlara da geliyor ve Guguk Kuşu romanında da bu anlamda kullanılmış diye düşündüm. Tabii kitabın Türkçe adı Delinin Daveti olsa (“cuckoo”-“deli”; “calling”-“davet” gibi bir çeviri yaptım, umarım doğrudur) ne kadar doğru olurdu bilmiyorum, ama meseleyi işinin ehli insanlara bırakmak daha doğrudur diye düşünerek öyle kabul edelim derim.

Rowling’in nasıl bir yazma delisi olduğundan bahsetmiştim. Romanın ikincisi (aynı karakter[ler], farklı hikâye) The Silkworm da Haziran 2014’te yayımlandı, Türkçeye -sanırım yine- Pegasus Yayınları tarafından hazırlanıyormuş. Üstelik Rowling, bu takma adla yazma işinden öyle keyif almış gözüküyor ki, Robert Galbraith adıyla bu tarz dedektif romanlarına devam edeceğini de açıklamış; şu an 3. kitabı yazıyormuş ve aklında sonraki romanlar için bir sürü fikir varmış. Bir Stephen King, bir James Patterson gibi 30-40 tane Cormoran Strike dedektiflik romanı olduğunu düşünsenize…

Guguk Kuşu BBC One tarafından televizyon dizisi hâline getirilecek, dizinin senaryosuna Rowling de eşlik edecek ve projede bizzat yer alacakmış. Bunun yanı sıra, Boş Koltuk romanını benim gibi merak edenlerdenseniz, 15 Şubat 2014 Pazar akşamı yine BBC One’da üç bölümlük dizinin ilk bölümü yayınlanacak, muhtemelen internetten bölümü edinebilirsiniz.

Kitapların dizi ve filmlere uyarlanması öyle hızlı bir hâl aldı ki, kadının yazdığı bir roman iki sene içinde ya sinemada, ya televizyonda; işe bak… 🙂

Yorum bırakın