“EVEREST”

Yaşanmış bir olaydan esinlenerek çekilen “Everest” filmi; bir grup dağcının, dünyanın en yüksek dağı olan Everest’e tırmanması üzerine gelişen bir hikâyeyi anlatıyor. Sıradan ve klasik bir hikâyesi olan film, daha çok görselleriyle ön plâna çıkıyor. Bu sebeple imkânınız varsa IMAX’te izlemenizi tavsiye ederim.

2000 yılında gösterime giren “Dikey Limit (Vertical Limit)” filmi o dönem büyük beğeni toplamıştı. Okulda arkadaşlarla filmin dağa tutunma sahnelerini komik bir şekilde canlandırdığımızı hatırlıyorum.

“Everest” filmi de bana 2000 yapımı “Diket Limit” filmini çağrıştırdı. Tabii bu sefer, teknolojinin imkânları daha iyi ve daha kaliteli bir yapım ortaya çıkmış. Hikâyesinin pek bir numarası yok, gerçek bir olaydan alındığı için o ilgi çekici gelebilir; ancak bunun dışında, klasik bir Hollywood hikâyesi ve anlatım tarzı var.

Bir grup dağcı ve serüven tutkunu, Everest dağına çıkmak için para ödenen bir ekibe katılarak bu arzularını gerçekleştirmek üzere yolculuğa çıkıyorlar. Ancak Everest dağı, dünyanın en yüksek dağı olduğu için, oksijen ve benzeri pek çok sorunun yanı sıra, kar ve soğuğun en kötü şekilde hissedildiği doğal bir yer de olduğu için, dağa tırmananları bu kilit faktörler oldukça zorluyor.

Filmin hikâyesinde çok bir numara olmayınca, bütün yükü görseller yükleniyor. Hikâyeyi elbette bir kenara atamayız, etkisi bir şekilde var; ancak Everest dağının o muazzam görüntüsü, tepesi tütüyormuş gibi karların savruluşu görüntülerini sinema perdesinde izlemek gerek. Şiddetli kar fırtınaları, fırtınada savrulan karakterler, o ıssızlık ve doğa karşısında insanoğlunun çaresizliği ve acizliği en iyi şekilde yansıtılıyor.

Filmin büyük çoğunluğunu, özellikle de ikinci yarısı itibarıyla, kar fırtınaları alıyor. Ve bir Hollywood klişesi olarak (bilmiyorum belki de Everest’in doğası hakikaten öyledir), bizim grubumuz Everest’e tırmanmaya karar verip yolculuğa çıktıktan sonra çok fena birkaç kar fırtınasını atlatmaya çalışıyorlar. Fırtınalardan biri biterken öteki başlıyor, arada nefessiz kalıyorlar, zaten dağın tepesine çıkarlarken oksijen sorunu var, ekipmanlarını tasarruflu kullanmalılar derken, onların Everest’in tepesine çıkmasına engel olabilecek bütün unsurlar yerleştiriliyor filme. Amaç; ekibin dağın zirvesine çıkamaması bence. Yine de, aynı kategorideki benzer felâket filmlerine kıyasla, zorlama diyalogları ve sahneleri çok yok, hani bu karakter bunu niye söyledi, böyle yapmasına ne gerek var, demiyorsunuz. Filmin özellikle 2. yarısında öyle duygusal ve zor sahneler var ki, boğazımın düğümlendiğini ve gözlerimin istemsizce dolduğunu (burcumdan ötürü mü acaba? ne alâka?) biliyorum.

Neticede filmden memnun ayrıldım. 3 boyutlu filmlerden son birkaç senedir sıkılmaya başlasam da, bu filmi 3 boyutu değil IMAX olarak gösterime girdiği için tercih ettim. Büyük perde ve (Cinemaximum’un normal sinema salonlarına kıyasla) daha iyi ses sitemi olduğu için bana filmin hissini daha iyi verdiğini düşünüyorum. Özellikle böyle bir filmi büyük perdede ve iyi bir ses sistemiyle izlemek oldukça fark ediyor, çünkü dediğim gibi, filmin öne çıkanı görseller ve aynı zamanda da sesler.

Dediğim gibi, film bana “Dikey Limit” filmini çağrıştırdı (birbirine tutunmaya, hayatta kalmaya çalışan bir grup insan), o yüzden keyif alarak seyrettim. Ve gerçekten Everest’in o soğuk doğasını hissettim diyebilirim – ki soğuktan ve kıştan nefret ederim, filmden hiç rahatsız olmadım. Görselleri dışında çok büyük bir şey sunmayan, sıradan bir doğa ve hayatta kalma hikâyesi, ama güzel bir seyirlik. Süresi 120 dakika. Tavsiye ederim.

Yorum bırakın