“Aile Arasında”: Olmayacak bir aileden gerçek bir aileye.

aile.arasinda.kapak

Gülse Birsel’in kalemiyle Engin Günaydın’ı bir kez daha buluşturan Aile Arasında, Demet Evgar’ın son derece iyi performansı ve oyuncu kadrosunun genelinin başarılı performanslarıyla, son yıllarda seyrettiğim en komik Türk filmlerinden biri olmayı başarıyor. Aile arasında işlenecek özel bir evlilik meselesi, yalanlar ve dolanlarla dallanıp budaklanınca ortaya arap saçına dönmüş bir karmaşa çıkıveriyor.Avrupa Yakası‘ndan beri senaristliğini beğenerek takip ettiğim Gülse Birsel, sonrasındaki işi Yalan Dünya‘da hem dizi sürelerinin artması, hem de sünmeye başlayan hikâye sebebiyle erken kalem bırakmak zorunda kalmıştı. O zamanlardan beri, “Gülse Birsel neden uzun dizi sürelerine boyun eğip dizi işini sürdürüyor da, film işine el atmıyor ki?” diyordum kendisiyle ilgili herhangi bir proje haberini duyduğum zaman. Kaç sene önce bir dergiye verdiği röportajda “Sırada sinema ve tiyatro var” demiş olduğunu da hatırlıyorum.

Hâl böyle olunca, Birsel en sonunda dayanamayıp, vakit bu vakittir deyip masa başına oturmuş ve Aile Arasında‘yı kaleme almış. Geçen bir röportajında, senaryoyu 3-4 ayda tamamlayabildiğini söylediğini okumuştum/izlemiştim. Diğer işlerden ötürü vakit ayıra ayıra mı anca bu kadar sürede çıktı orasını bilemiyorum; ancak karşımızda ince işlenmiş bir senaryo var diyebilirim. Kültürel ve sanatsal referansları açısından Cem Yılmaz filmleri benim kırmızı çizgimdir; Gülse Birsel, Yılmaz’ın çizgisine yaklaşabilmiş, şimdiye kadar seyrettiğim ender komedi yazarlarından biri. Benim için durum komedisinden ziyade (ki durum komedisini de oldukça severim) kelime oyunları ve cambazlıkları daha ön plandadır. Sırf bu yüzden Friends ve Modern Family tarzı dizilerin de yeri bende ayrıdır. Aile Arasında filmi de, kelime esprileri ve hikâyesel komiklikleriyle benden artı puan aldı diyebilirim.

Bu film esasında Gülse Birsel’in en iyi işi değil, onu söylemek gerek. Yalan Dünya‘nın filmleştirilmiş hâli diyebilirim (karakterler olarak değil, tema ve hikâye bağlamında). O yüzden Birsel’in bir sonraki film projesinde biraz daha Avrupa Yakası‘na yakın bir kalemde yazacağını düşünüyorum. Ancak bu durum, Aile Arasında‘yı kötü bir film yapmıyor kesinlikle.

Filmde her an, her saniye gülmüyorsunuz. Hatta bazı sahnelerin abartılı olduğunu da belirtmemde fayda var; sırf Engin Günaydın’ın veya Demet Evgar’ın oyunculuğuna yüklenilsin diye çekilmiş sahneler vardı. Günaydın’la Evgar zaten filmde çok iyi bir ikili olmuş. Onların haricinde, esas oğlanın Adanalı ailesi ayrı bir ekip, Evgar’ın arkadaşları ve kızı ayrı bir ekip, Birsel’in karakteriyle kıyafetçi adam ve Evgar’ın eşi ayrı bir ekip olmuş. Yani hepsi kendi aralarında hikâyenin belli bazı yönlerini işliyor olsalar da, genele baktığınızda hikâyeye katkıları oldukça iyi.

Genellikle hüzünden güldürü çıkarmak pek kolay değildir. Buradaki ‘hüzün’ kelimesi illâ ağlamaklı bir hüzün olmak zorunda değil. Mesela Demet Evgar’ın karakteri Solmaz, pavyonda solist, bir kızı var ve onu okutmaya çalışıyor, arkasında çalan ekipteki klarnetçi(ydi galiba?) ile ilişkisi var (kız ikisinin kızı). Ancak Solmaz karakterinin assolist olma hayali var ve bu hayale film boyunca görebileceğimiz üzere pek ulaşamıyor. Sırf bu yüzden, film içindeki belli bazı sahnelerde fırsatını yakaladı mı şarkı söylemeye çalışıyor ve kendinden geçiyor. Arkadaşlar bu bir dramdır! Hatta film boyunca kendini devamlı olarak, “Ben orospu değilim, şarkıcıyım ben!” diye savunuyor. Yani bir gurur meselesi de var. Gurur meselesi sadece Evgar’da değil, Günaydın’da, Erdal Özyağcılar’da, Devrim Yakut’ta, onların oğlu Fatih Artman’da, Evgar’ın kızı Su Kutlu’da – yani ekipteki hemen hemen bütün oyuncuların karakterlerinde var. Kimse kendine toz kondurmamaya çalışıyor. Bu da bir dramdır! Engin Günaydın’ın Fikret karakterinin hüznü de ayrı; anksiyetesi var, kötü durum senaryolarından besleniyor (Aynı ben!), bir şeyin %50 iyi %50 kötü gitme durumu varsa hep %50 kötü gitme durumuna göre ayarlıyor kendini (yani demin de dediğim gibi kötü durum senaryosu), yalan söyleyemiyor ve söylemek zorunda kalınca fenalık geçiriyor, afakanlar basıyor. Sırf bu yüzden 21 yıllık evliliği bitiyor vb. Hemen hemen bütün karakterlere, filmin ana temaları bir şekilde yedirilmiş olduğu için, burada tek tek karakterlerin hüzünlerini yazmama gerek yok, izleyince zaten göreceksiniz.

Filmin senaryo kısmında Gülse Birsel, Avrupa Yakası ve Yalan Dünya‘dan kanıtlamış olduğu senaryo matematiğini bir kez daha gözler önüne seriyor. Filmde o kadar güzel kelime esprileri (birkaçını fragmanda görmüşsünüzdür zaten [“Ya benimsin ya da toprağım derim, kanki oluruz böyle!”]) var, kurgusu öyle güzel işlenmiş ve alt metninde o kadar çok şey var ki, esasında son derece basit gibi duran filmin her bir sahnesinde ve her bir diyaloğunda ayrı ayrı bir şeylere göndermeler var. Ve izleyici olarak bu göndermeleri takip ve tespit ettiğinizde daha fazla keyif alıyorsunuz. Zaten bu yüzden Gülse Birsel’in bu filmini şimdilik deneme olarak görüyorum; sonraki filmlerinde, aynı matematiği işlemeye devam ederse, çok daha iyi işler çıkarabilecektir. Aynı senaryo matematiği Cem Yılmaz’ın komedi filmlerinde de vardır; bir karakterin başına gelebilecek kötü/komik durum belli bir sebepten ötürü gelir, sebebi olmasa bile, daha sonra buna bağlı olarak bir sonucu olur, izlerken bu sebep-sonuç ilişkileri sırıtmaz. Şahan Gökbakar’ın rol aldığı komedi filmleri biraz da bu sebeple eleştirilmektedir bence; Gökbakar’ın oyunculuğu, senaristliğine göre kısmen daha iyidir. Recep İvedik karakterinin toplumda bir yer edinmesi, bir statüsünün olması mümkün değildir; ancak filmleri izleyecek olursanız, Recep hep bir yerleri fetheder, hüküm sürer, insanlara kendini kabul ettirir. Recep İvedik gibi bir karakterin bunları yapamıyor olması gerekir, bu senaryonun matematiğine terstir. Haa ama sonuç olarak film izleyicisini güldürüyor mu? Güldürüyor. Her zaman işin matematiğine uygun bir güldürmeden bahsedemeyiz. Aile Arasında böyle değil ama, matematiği son derece iyi işlenmiş bir film. Yine burada tek tek yazmaya çalışsam, yazı oldukça uzar ve hepsine ayrı bir paragraf ayırmam gerekir (ki bu paragraf bile yeteri kadar uzadı). Ama diyalogların oturaklılığı, karakterlerin birbiriyle ilişkileri, kurgunun akıcılığı; bunlarda gözle görülür bir düzen, bir prensip, bir formül var. Sadece, arada bazı karakterlerin karikatürvari abartılı çıkışları veya söylemleri olabiliyor (Günaydın ve Evgar’ın bazı sahneleri bence çok abartılıydı) ve Gülse Birsel bunu neden bu şekilde yapıyor bilmiyorum. Kendisi belki yazarken bunu bu şekilde planlıyor ve izleyici de buna gülüyor, bir şey diyemem. Ancak bana yazdığı bazı sahneler ve diyaloglar aşırı abartı geliyor. Ki bu filmin, Yalan Dünya ile benzeştiği nokta da orasıydı; fazla bağıran, kendi karakterinin dışına çıkan ya da o karakteri gereğinden fazla absürt hâle getiren sahne ve diyaloglar.

Artık Türk filmleri için bir klasik hâline geldi “küfürle güldürmek” tabiri, fakat bu filmde böyle bir durumun olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hiç küfür kıyamet bilmeyen bir karakterin bile durum ve şartlar gereği bir noktadan sonra küfür eder hâle gelmesi, arkadaşlar bu da bir dramdır. Benim mesela gözlerim Engin Günaydın’da zaman zaman Burhan Altıntop’u aradı, fakat Haşmet Kurt’un ofisini basma sahnesindeki davranışları ve küfürleriyle hem Burhan gibi bir karakterden son derece uzak, hem de kendi karakterinden de son derece uzak bir profil sergilemeyi başardı. Burhan olsa, “Senin ağzını burnunu dağıtırım girizekâlı! Pabucumun mafyası!” diyeceği sahnelerde Fikret karakteri “Hepinizi sikerim vallaha sikerim!” diyerek ortama girip, “Kıtır kıtır keserim hepinizi!” diye bağırınca, öyle bir karakterin zorda kalınca nasıl küfür edebildiğini görebiliyorsunuz. Filmde yine buna benzer, karakterin kendi geldiği toplumdan ve yansıttığı hayattan esintilerin olduğu laflar ve küfürler vardı; ancak “küfürle güldürmek” olarak tabir edilebilecek küfürler değildi bunlar bence.

Gülse Birsel’in, senaristliğinin yanı sıra bir diğer artısı da rüya gibi bir ekiple çalışabilmesi bence. Bu açıdan ben kendisini Yılmaz Erdoğan’a benzetiyorum; Erdoğan da BKM ekibinden deneyimli tiyatrocuları ekibine dahil eder ve hem yazarlık, hem oyunculuk, hem de yönetmenlik yaptığı için “vizörden bakarak yönetme” eylemini çok sık gerçekleştirmez, onu daha çok görüntü yönetmenine bırakır ve yükünün çoğunu, tiyatrocuları yönetmek alır. Birsel de kökeni tiyatro olan pek çok oyuncuyla çalışmıştır şimdiye kadar (rahmetli Gazanfer Özcan, Gönül Ülkü, Rutkay Aziz, Engin Günaydın, Olgun Şimşek, Binnur Kaya, Sarp Apak, Nihal Yalçın, Altan Erkekli, Bartu Küçükçağlayan ve nicesi…). Aile Arasında filminde de geleneğini bozmamış ve rüya gibi bir ekiple çalışmış. Türk sinemasının efsanelerinden biri Erdal Özyağcılar ve Devrim Yakut gibi isimler başta olmak üzere yine tiyatrocularla donatılmış bir ekiple, belki çok standart ve vasat kalabilecek senaryo şahlanmış ve coşmuş. Çok süper bir senaryo ve aşırı iyi oyunculuklar diyemem; ancak hem metin, hem oyunculuklar birbirini çok güzel tamamlıyor ve bütünleşiyor. Kaldı ki senaryonun zaten ortalamanın üstü olduğunu yukarılarda yazmıştım.

Aile Arasında; 2 saatlik yer yer tebessüm, yer yer kahkaha, çokça kelime esprileri ve durum güldürüsü ile birlikte, bir miktar hüzün ve genele yayılan bir dramı işleyen, keyifli bir aile filmi. Tabii çocuğunuzla gitmenizi tavsiye etmem, daha çok aile komedi draması diyebiliriz. Filme 7/10’luk bir puan veriyorum ve Gülse Birsel’den bir sonraki işinde kendi çıtasını üste çıkarmasını bekliyorum, çünkü kendisinde öyle bir potansiyel var ve bunu hissettirebiliyor. Ayrıca lütfen artık 120-150 dk’lık televizyon dizilerinde inat etmesin, çünkü iyi bir şey bile hazırlasa, bir yerden sonra çok uzayan ve gereksiz uzatılan hikâyeler ve karakter devinimleri sebebiyle olay allak bullak oluyor ve birkaç bölümden sonra ilgi de kayboluyor. Onun yerine bence aynı süreye denk gelebilecek başka bir filmi 3-4 ay içinde yazıp 2018’de bizlere sunabilir. İllâ ki dizi yapacağım diyorsa da ya Puhu TV’ye, ya BluTV’ye, ya da bir yolunu bulup Netflix’e filan yapsın, ulusal kanallardan mümkünse uzak dursun.

Not: İnternette genel olarak bir, “Şu filmden araklanmış”, “Bu filmden esinlenmiş”, “Öteki filmin kopyası” tarzı yorumlar okudum. Bir filmin başka bir filmden esinlenmesi, ona farklı bir bakış açısıyla yaklaşması, aynı çatı üzerinden farklı bir hikâye anlatması mümkündür. Bu yıllardan beri süregelen bir şeydir ve artık bu noktada “arak” veya “kopyalama” tarzı yorumlara katılmadığımı belirtmek istiyorum. Birebir aynı karakterler ve birebir aynı senaryo olmadığı müddetçe, bütün filmlerin birbirine benzemesi olasıdır.

Yorum bırakın